7 Aralık 2008 Pazar

Penguen'in son zamanlarda en çok sevdiğim kapağı...
Ülkemizde internet gerçekten bu durumda:))))


SEVDİĞİM BİR YAZI...
BLOGUMUN İLK YAZISINDA
RÖPORTAJ YAPTIĞIM CİHAN DEMİRCİ'NİN,
ÇOK SEVDİĞİM BİR BAŞKA SENARİST SULHİ DÖLEK
HAKKINDA MİZAHHABER ADLI BLOG'DA YAZDIĞI
GÜZEL YAZIYI SİZLERLE
PAYLAŞMAK İSTEDİM...



Ölümünün 2. yılında
mizah ustası
Sulhi Dölek'i anıyoruz...
KOMEDİ
DİZİLERİNİN
"UNUTULMAZ"
SENARİSTİ...


Sanki bir kıyamet öncesinde değerli insanlarını birer, ikişer Nuh’un gemisine alıp başka bir yerde topluyor gibi evren. Ve o gemi gidiyor çok uzaklara. O gemiyle uzaklara 2005 yılının 7 Kasım’ında bu kez bir ‘denizci’ gitmişti. Deniz yarbayıydı ama yazarlığı seçmişti. Gitti… Hem de apansız. Hem de 18 gün içinde apar, topar. Hem de 57 yaşında…Ve gittiği günün ertesi kültür-sanat sayfası bile olmayan kimi gazetelere şöyle başlıklar düştü: “Ünlü dizilerin senaristi öldü!”


Edebiyatçı olmanın herhangi bir ‘katma’ değer getirmediği ülkemizde çok sağlam bir edebiyat adamı gidivermişti oysa ki. Giden öyle, böyle biri değildi. Pek çok romanı, öykü ve çocuk kitabı olan, derin bir kültür birikimine sahip, ‘rafine’ bir yazardı. Ama bizler onu daha çok Türk televizyon tarihine “komedi dizisi” dersi vermiş bir ‘senarist’ olarak anımsayacaktık. ‘Süper Baba’ adlı muhteşem dizinin senaryosunu yazdığı dönemden başlayarak, söyleşilere gittiğim okullarda sohbeti televizyon dizilerine getirip, salonu dolduran ilköğretim ve lise öğrencilerine önce bu diziyi izleyip-izlemediklerini soruyor, sonra da bu dizinin yazarını içinizde bilen var mı diyordum. Bilen öğrenciye kitap hediye edeceğimi de ekliyordum ardından. Salondan ‘tık’ çıkmıyordu. ‘İkinci Bahar’ adlı bir başka muhteşem dizinin gene fırtınalar estirdiği dönemlerde aynı soruyu tekrarladım sayısız kez. Son olarak ‘Yabancı Damat’ adlı harika dizi sırasında da aynı sorum sürdü, ama inanın bir kez olsun, evet bir kez olsun adını bilen çıkmadı öğrenciler arasında sevgili ustanın. Hayata ‘at gözlüğü’yle bakarak hoyratça yetiştirilen, sadece gözlerinin içine sokulanları görebilen bu çocukların günahı değildi elbet bu. Popülizm böyle istiyordu. Bu ülkede işini düzgünce, yüksek kaliteyle yapıp da, adını işinin arkasında tutan değerlerin adı yoktu henüz.

Yazdıkları hep tadında bitti

Onun yazdığı diziler reyting rekorları kırdı ama, onun yazdığı dizileri izleyenler onun adını kazıyamadılar kafalarına. Çünkü o ‘sahici’ yazarlardandı. Öyle her an görünmezdi gözünüze. Günümüzün şişirmeci ‘naylon’ üretim sahiplerinden biri değildi. Televizyona dizi yazma işine aslında epeyce geç başlamıştı. Çünkü önceliği hep ‘edebiyat’a ve o edebiyatın içindeki ‘mizah’a vermişti. Mizahı, basit bir tüketim aracı olarak gören kimi günümüz senaristlerinden biri değildi o. Yazdığı dizilerdeki mizahın kalitesi ve derinliği kadar bir başka önemli özelliği daha vardı. Bir dizi çok sevildi, çok tuttu diye, suyunu çıkaran senaristlerden de olmadı. Bu anlamda tam en zirvedeyken bitirilen ‘Süper Baba’ ve ‘İkinci Bahar’ hem onun, hem de bu dizileri gerçekleştiren yapım ekibinin unutulmayacak güzelliğidir. Çünkü ülkemiz televizyonları, tutmuş bir dizinin suyunu çıkarma, tadını kaçırma anlamında rekorlar sahibidir. Bu ülkede diziler ya reyting getirmedi diye hemen harcanır, ya da tuttukları için yıllarca suyu çıkarılana dek sürer de sürer. Çünkü tek amaç mümkün olduğu kadar fazla para kazanmaktır.

Mizahı ‘ciddiye’ alanlardandı

Ama o da, tıpkı bir başka büyük usta ‘Aziz Nesin’ gibi, mizahı hep ‘ciddiye’ aldı. Mizahın sadece ‘sulu zırtlak’ bir vaziyet olmadığını, içinde fazlasıyla ‘hüzün’ denen o müthiş gücü barındırdığını, öncelikle samimiyet istediğini gösterdi bize yazdıklarıyla. Tek boyutlu, derinliksiz, tecimsel mizah ürünlerinden hep uzak durdu. Bakın mizahın küçümsenmesi ve edebiyat sayılmamasına karşı neler demişti bir yazısında: “Mizahın küçümsenmesi ne yeni bir tutum, ne de ağır olmayı mollalık sayan toplumumuza özgü. Eflatun, gülme eylemini, insanca niteliklerimizi yitirmemize yol açtığı ve bizi aptal durumuna düşürdüğü için olumsuz bir eylem sayar. Ona göre, gülmeyen insan, olgun ve erdemli insandır. Öte yandan, Mark Twain'in "Cennette mizah yoktur," sözüyle özetlediği gibi; mizah, çoğunlukla güzellikleri değil tuhaflıkları, insanoğlunun erdemlerini değil, kusurlarını ön plana çıkarır. Yüzümüze, bizi her zaman pek şirin göstermeyen, ya da Swift'in deyişiyle, içinde kendimizinkinden başka herkesin yüzünü görmek istediğimiz bir ayna tutar. Bu yüzden, seveni kadar sevmeyeni de çoktur.”

‘Mizah edebiyat mıdır’ diye soranlara şu şekilde yanıt veriyordu bu yazısının sonunda: “Belki asıl şunu sormak gerek: ‘Mizah olmadan edebiyat olabilir mi? ‘Mizah yazarı’ denilen kişi bu ülkede edebiyatın hep üvey evladı olmuştur. Ama o, bu üvey evlatlığı, edebiyatçı damarıyla kırmayı başarmış ender isimlerden biriydi.Ey sevgili çocuklar; okullarınızda size sorduğumda, adını hiç bilemediğiniz o büyük değerin ismi: ‘SULHİ DÖLEK’ti. Kimbilir, belki artık unutmazsınız!..

MİZAHHABER'den alınmıştır. Yazının link adresi: http://mizahhaber.blogspot.com/2007/11/lmnn-2.html

18 Kasım 2008 Salı

Sevgili mizahsever arkadaşlar...
BİR MİZAHSEVERİN NOT DEFTERİ adını verdiğim blogumu, yazılarını, kitaplarını yıllardır takip ettiğim, yazılarını-çizgilerini çok sevdiğim, bence alanında öncülük yapmış bir mizahçı ağabeyle, bir ustayla gerçekleştirdiğim röportajla açıyorum... Şu an heyecanlıyım... Sevgili Cihan Demirci ustaya soracağım o kadar çok soru var ki...Hani çok beylik sorular olsunda istemiyorum. Bir yerden başlayalım bakalım...
CENK YAYLA


CİHAN

DEMİRCİ'YE

SORDUK,

YANITLADI...


- Sevgili Cihan Demirci, öncelikle sizi yıllardır takip eden bir okurum. Pek çok kitabınızı tekrar tekrar okudum. Bunların içinde "Deli Gömleği Ütü istemez" en sevdiğim kitabınız açıkçası. Sonrasında; "Hayat Sorar Türk insanına", "İyiler Cinnete Gider", "Kuşku Burnu", "Espirin" ve tabii isim babası olduğunuz: Geyik Muhabbetleri... Atasözü gibi akılda kalan Laforizmalarınızın da bazıları ezberimdedir. Kelimelerle canbaz gibi oynayan bir mizahçısnız... Siz sadece yazar-çizer değil bence çok iyi bir araştırmacı ve mizah tarihçisisiniz. "Bir Mizah Dehası SUAVİ SÜALP" adlı kitabınızı çıktığında hemen almış okumuştum. O benim başucu kitabım oldu mizahta. Sonra Cemal Nadir Güler için yazdığınız kitabı kütüphanede okuma olanağım oldu. Piyasada bulamadım da. Karikatürcüler derneğinde de yoktu. Radikalde olsun, Birgün de olsun, Cumhuriyette olsun, hatta İmge-Öyküler adlı dergide olsun mizah-karikatür üzerine yazdıklarınızı okudum. Mizahta ve karikatürde tatsız bir noktada olduğumuzu söylüyorsunuz. Sizin "hayat mizahı kaç geçiyor" yazınız hala aklımdadır. Hayatın mizahı geçmekte olduğunu, donanımsız mizahçının bu yüzden hayatın çok gerisinde kalacağını taaa yıllar önce yazdınız. Şimdi durum biraz bu mu?



- Aslında bu kadar uzun bir girişten sonra, çoktan geçti gitti bile, keşke artık hiç sormasaydın diyecektim:))) ŞAKA tabii... Evet hayat mizahı çoktan solladı. Bu tehlikeyi 90'lı yılların ortasına geldiğimizde, yani 13-14 yıl önce görüp söylemiştim. O zaman tepki görmüştü. Ama geldiğimiz noktada artık herkes benzer şeyi söylüyor. Bu toplum mizahı hiç bir zaman çok sevmedi bana sorarsanız. Başkasına sorarsanız onu bilemem tabii... 2008'de karikatürcülüğümde 30 yıl, yazarlığımda da 28 yıl geride aldı. Bunca yılın gözlemiyle derim ki, biz gülmeye değil, ağlamaya yakın ve yatkın bir toplumuz. Gülmeyi, daha doğrusu sağlıklı, zeka ürünü bir gülmeyi de artık pek beceremiyoruz. Bizim gülüşlerimiz de ciddi bir ruhsal bozukluk da var. Yani kafayı sıyırdıkça gülen bir toplumuz ki, bu durum gerçek mizahçının asla hoşuna gitmez. Tabii bu işleri sadece para kazanmak, köşeleri tekrar tekrar dönmek için yapan bir sitendapçı arkadaş bu durumdan mutlu olabilir ama gerçek mizah emekçileri bu duruma sadece üzülür. Zira mizahçı akla-zekaya seslenmek ister. Karşınızda boş kale olması hoş değil. Yani benim karşımda kaleci yoksa benim mizah yapmamın anlamı kalmıyor. Şimdi diyeceksin ki, mizah mı yapıyorsun, gol mü atıyorsun? Eee arada gol de atacaksın tabii...AMA BOŞ KALEYE DEĞİL! Kalede halk olmalı...Zeki, akıllı, uyanık, iyi planjon yapabilen, her atılanı yemeyen bir halk...Sence ortada böyle bir halk var mı?

- Yok tabii ki...

- İşte o yüzden kale epeydir boş bu ülkede... Kale boş olunca, sitendapçı arkadaşlar boş kaleye gol atıyorlar. Yani ne yapsan, seviyeyi ne kadar düşürsen o kadar iyi...Attığın espri golleri hep boş kaleye...Sitendapçı sahneye çıktığında daha maç başlamadan 3-0 önde giriyor esprilere. Gülmek için kendini koşullanadırmış bir izleyici var çünkü. Aynı izleyici artık mizah dergilerinde de, mizah kitaplarında da, kısacası her yerde var... Bu yüzden boş kale bir mizah tat vermiyor. Karşındaki kitlenin seviyesi yerlerde gezince, ortaya da ne çıkıyor?..

- Recep İvedik'ler mi?..

- Aynen... Sen kaleye geçtin galiba:))) Recep'ler her tarafında artık hayatımızın...Sinemada da, sokakta da, lokantada da, başımızda da, her yerde onlar. Oysa bizim mizaha gözümüzü açtığımız 70'lerin sonlarında seviyedeki durum bundan çok daha yukardaydı. Ama şu durum pek değişmedi. O da dediğim gibi Doğu toplumu yanımızın ağır basması son yıllarda acayip hız kazandı ve bu da bizi gülmekten daha da kopardı. Eğitimsiz, cahil, boşlukta yaşayan milyonların ülkesinde çoğunluk magandalığa özeniyorsa, sizde malınızı satmak için bir süre sonra magandalaşıyorsunuz. Mizah bu anlamda kaba bir cinsellikle-magandalık arasına sıkışıp kaldı.


- Eski mizah dergilerinde, örneğin Gırgır'daki karikatürlerde çizgilerde estetik diye bir şey var. Babamdan kalma daha eski dergiler de var. Onlarda da aynı durum. Usta işi çizgiler çok fazla. Karikatürler kocaman, ayrıntılar iyi içizilmiş. Perspektif var, derinlik var. Oysa şimdilerde sadece duran, kaerşılıklı bir sürü balonla konuşan insanlar görüyoruz. Üstelik bunlar çok tutuluyor. Bunların çizimleri de nasıl denir eçiş-büçüş... Yani çizgilerde espriler de dökülüyor.
Bu durumu neye bağlıyorsunuz?


- O dediğin yıllarda, sabahlara dek karikatür bakan, karikatürcü yetiştiren bir Oğuz Aral vardı. Karikatürcüye abilik eden bir Altan Erbulak vardı. Bütün dergilerde gençlerle ilgilenen ustalar vardı. O yıllarda bir karikatür bir kaç kez çizilir, hatta beğenilmeyip yırtılıp atılır, yeniden çizilirdi. Emek ve itina daha fazlaydı. Leman'la başlayan bir süreçte, kendini usta görenler, amatör çizer arkadaşlarla yeterince ilgilenmediler. Onlar daha çok ticaret adamı oldular. Oğuz Aral yatırımı mizaha yapmıştı ama onlar, yani Lemancılar milyon dolarlık matbaa makinesine yaptılar. Devlet yani iktidar kredisiyle aldıkları ve kurdukları bu matbaayla aslında var olan özgür-bağımsız havalarını da yitirdiler. Şu an gemişte çok eleştirdikleri Aydın Doğan'dan bir farkları kalmadı. O yüzden de bayramlarda Hürriyet gazetesi artık Lemanyak veriyor ya zaten... Biz bu durumları eleştirdik diye. Çağçağ arkadaşımız, ki bir zamanlar mizahımızı pek beğenir, daha Leman oluşamdan bizi kadrosuna filan alırdı. Çağçağ'ın bana etmediği hakaret kalmadı. Oysa zamanında bizi birbirimize düşürmek isteyen Emre Aköz adlı adamın şu anki geldiği noktayı görüyorsunuz di mi? Bu sorunlar 1995'lere dek gidiyor. Leman'ın 1991 yılı sonlarındaki çıkışında farklı bir duruşu vardı. Ne de olsa Limon gibi sevdiğim, desteklediğim bir dergiden geliyordu alt yapısı. Ama Leman bu altyapıyı 5 yılda yedi bitirdi tüketti... 1996'lardan sonra sıradan, ticari bir kurum oldu. Denize donla giren magandalara sahip çıkan Leman'ı eleştirdim diye, Nihat Genç denen adamlarını üzerime saldılar bir ara. Onun da hakaretlerine maruz kaldık. Mizahla ilgisi omayan insanları palazlandırıp mizahtan uzak limanlara yelken açtılar. O yüzden bugün sadece ayakta kaskatı duran, hareket bilmeyen, eçiş büçüş, birbirine benzer tiplerden oluşan bir sürü kötü çizginin ortaya çıkmasını sağladılar. Sen alt katındaki bara, hediyelik çöp kutusuna, tişörte yaptığın yatırımı adam yetiştirmeye yamazsan böyle oluyor... Üstelik en acısı, burunlarından kıl aldırmıyor bu arkadaşlar. En ufak bir eleştiriye bile açık değiller. Yaptığım eleştiriler nedeniyle beni mizah piyasasından kazımaya çalıştılar. Mizahçı-karikatürcü herkesi eleştirecek, yerden yere vuracak ama eleştiri okları ona dönünce en kaba, en maganda adam olacak, ne güzel iş... O zaman başbakana neden kızıyoruz???

- Kitaplarınızdaki üretimin bir benzerini 7-8 yıldır internette de sürdürüyorsunuz. Önceleri sizi Minidev adlı sitede takip ediyordum. Sonra "Damdaki Mizahçı" blogu geldi ve geçen yıl, 2007'nin Temmuz başında MİZAHAHHER devreye girdi. İlk kez mizah dünyasından bu kadar ayrınrılı, özel haerler veren bir blogla karşılaştık sayenizde. Son dönemde bloglar kapatılıp açılınca da sanırım izlenme oranları iyice arttı. Biraz MİZAHHABER'den bahsettsek..

- MİZAHHABER, dediğin gibi 2007 yılında Temmuz'un birinde yayına girdi. İnternet ortamı çöplüğe dönmüştü bir süredir. Ortalıkta binlerce blog vardı ama mizah dünyasında olup biten ve çoğu gizli-ketum kalan pek çok sorun-sıkıntı dışarı yansıtılamıyordu. Bu anlamda, siteden daha pratik olduğu için bir bloga gerek vardı. Bu işlerin tekniğini benden iyi bilen Erdem arkadaşımızın teknik desteğiyle MİZAHHABER'e başladık. O bir kaç ay sonra yurt dışına gidince işin teknik kısmı da bana kaldı ve bu işi de iyie öğrendim bu arada. Tabii yardımcı olan arkadaşlarımız da var. Bu arada karikatürlerini bizzat yollayan özellikle gazete çizeri arkadaşlara buradan çok teşekkür ediyorum. MİZAHHABER amatörce başladığı yolculuğunda kısa sürede epeyce ilgi gördü. Bir kuruş kazanmadığımız gibi tamamen sevgiyle yaptığımız bir iş sonuçta bu. MİZAHHABER öyle bir hale geldi ki adımıza kadar taklit edilen bir blog olduk kısa sürede. Örneğin; adı "Karikatürevi" olan bir site vardı. Üstelik site iken bir sorunumuz yoktu kendileriyle. Bu site kendini kapatıp bir bloga dönüştü ve adını "Karikatür Haber" koydu. Aynı blog adresinden adres alarak, bizi resmen taklit etmeye başladı. Bizim yayınladığımız, bize ait haberleri başka kaynaklar isim belirterek yayınlıyor, bu blog oralardan bu işleri alıp o kaynakları kaynak olarak gösteriyor. Sırf bizim adımızdan bahsetmemek için. Bizim adresimizin dışında tüm linklere yer vermek gibi şeyler yaptıkları için bizde adreslerine yer vermiyoruz. Oysa başlangıçta yer veriyorduk. Bu düşmanca tavır hiç hoş değil. Ama ne kadar taklit etseler de, dünyalarımız o kadar farklı ki... Olmuyor... Çünkü bu blog muhafazakar, tutucu bir dünyaya seslenmeye, onların sesi olmaya çalışıyor. Hani hazırda iktidar öyleyken, mizahı da tutucu bir hale getirmeye çalışanlara tam uygun bir ortam. Ama olmuyor işte... Çünkü mizah dediğiniz isyan bayrağı; tutuculuğu, bağnazlığı, muhafazakarlığı kaldırmaz canım kardeşim... Mizahın özü bunların yanında değil, bunların karşısında durmaktır. Mizahçıya yakışan budur. Karanlığa saip çıkmaz mizah. Mizah gericiliğe-dinciliğe karşı durdukça güzelleşir. Mizah herkesi eleştirir. İktidarı da, muhalefeti de, solcuyu da, sağcıyı da, Atatürkçüyü de, dinciyi de, liberali de, ulusalcıyı da... Eleştiride ayrım yapmaz. Bu yüzden tutucu bir dünya görüşü böylesi özgür bir eleştiriye dayanamaz. Tutucu bir bakışla kendi dünya görüşündekilerin yanlışlarını eleştiremezsin. Mizah bir eleştiri sanatı olduğuna göre de o zaman ne yapacaksın?????

- Edindiğim bilgiye göre kitaplarınızın sayısı 37 olmuş... En son olarak; Kıkırdayan, Fıkırdayan, Fokurdayan, Şıkırdayan fıkralar adları altında 4 özgün fıkra kitabı çıkardınız. Yenileri de yolda sanırım.. Bir de duyduğum kadar siz uzun yıllardır mizah tarihimiz, mizahın teorisi, pratiği, komedi üzerine araştırmalar yapıyorsunuz, bu araştırmalar da kitaba dönüşecek mi?

- Kitaplar 37 oldu ama şu an 3 ayrı yayınevinde bekleyen 5-6 kitap daa var. Tabii hazırlamakta olduklarımda. Yaklaşık 8-10 yıldır çocuklar için de özel kitaplar üretmeye başladım. Bu kitaplar çocuğa yönelik mizah kitapları. Günümüz mizah dergilerinde olmayan bir mizah bu. Onların dünyasına direkt giren bir mizah. Son 15 yılda 700'den fazla söyleşi yaptım gitttiğim okullarda... Bu beni yeniden eğitti. Bugünün çocuğunu çok iyi tanımamı sağladı. Karikatür ve mizah benim tüm hayatım... Onlarla varoldum ve bu akla ziyan ülkeye her daim dediğim gib onların gücü sayesinde DAYANABİLİYORUM.. Çünkü ülkemiz insanın aklını koruması için uygun bir ülke değil. Size contayı sıyırtacak çok ama çok şey var... Başta baskıcı ve faşist bir iktidar gibi... Contayı sıyırdık çünkü biz zamanında da cuntayı sıyırmıştık bu ülkede... Şimdi o sıyırmaların bedelini ödeme yılları...Dediğim gibi mziah benim hayatım... Bu yüzden tarihiyle de yıllardır çok yakında ilgileniyorum. Hele hele bu konuda ülkemizde çıkan kitaplardaki akıl almaz tarih yanlışlarını gördükçe, ilgim daha arttı. 80'li yılların ortasından beri bir araştırma ve çalışma yapıorum. Öyle bir hale geldi ki bir kaç kitaplık bir durumda bu çalışma ama henüz bitmedi. Bundan 3-4 yıl önce Müjdat Gezen Sanat Merkezinde "Mizah Kültürü" adlı bir ders vermiştim 3 yıl kadar. Bu kitap işte "Mizah Kültürü"müzün kitabı olacak bir yerde. Belki bir kaç kitaplık bir dizi de olabilir. Mizahı-komediyi-gülme eylemini teorisi, pratiği ve tarihiyle işleyen, röportajlarla renklenen bir kitap. Umarım 2010'dan önce çıkar.

-Sevgili Cihan Demirci, sizin 25'ten fazla kitabnızı okumuşumdur. Bazı söyleşilerinizi de izledim yıllar içinde. Dergiler-gazetelerde takip ettim. Sorularıma verdiğiniz yanıtları görünce keşke sizden birkaç tane daha olsaydı dedim mizahımızda, çok sağolun, beni çok mutlu ettiniz...

- Ben teşekkür ederim. Şu an berbat bir dönemden geçiyoruz, tarihin rezil bir dönemi. Böyle anlarda en iyi sarılınacak şey, insanın sevdiğiyle birlikte MİZAH'tır bence...Sevdiğimize sarıldığımız ölçüde mizaha da sarılalım ki, daha yontulmuş, daha güleryüzlü, daha uygar, daha eleştiri kaldırır insanlar olalım...:)))))



CİHAN DEMİRCİ'NİN ÖZGEÇMİŞİ...

1963 İstanbul doğumlu olan Cihan Demirci, kendi kuşağından pek çok mizahçı gibi Oğuz Aral’ın Gırgır dergisinden yetişti. Mesleğe 15 yaşındayken karikatür çizerek adım atan Cihan Demirci’nin ilk karikatürleri Fırt dergisinde yayınlandı.(1978)
İlk imzalı yazısı Haziran 1980’de Gırgır dergisinde çıktı. Profesyonel mizah yazarlığına 1981’de Ses dergisinin Atmaca mizah ekinde başladı. Daha sonra 1982-1986 yılları arasında Güldürü Üretim Merkezi’nde (GÜM) Türk Mizahının en önemli ustalarıyla birlikte çalışma fırsatı bulan Cihan Demirci bu dönemde Güneş, Hürriyet, Milliyet gazetelerine yazıp çizdi ve çeşitli televizyon programlarında metin yazarlığı yaptı. Sonrasında Gırgır, Fırt dergilerinde çalışan Demirci 1988-89 yılları arasında Gazete adlı gazetede köşe yazarlığı yapıp bu gazetenin “Mazete” adındaki mizah ekinde yazıp-çizdi. 2 yıla yakın bir süre Fransa’da Paris’te yaşadı. 1992-93 yıllarında Milliyet Yayınlarında Yorgan, EP ve sonrasında Hey dergilerinde çalışan Cihan Demirci, daha sonra bir grup meslektaşıyla Günaydın gazetesine “Pes” adında bir mizah eki hazırladı. 1996’da ise gene bir grup arkadaşıyla Panik isimli mizah dergisini çıkardı. 1995’te Cumhuriyet gazetesinde başladığı Laforizmalarını 1997-2002 arasında Milliyet gazetesinde Melih Aşık’ın köşesinde sürdürdü. 1999 yılında Radyo Cumhuriyet’e “Damdaki Mizahçı” adlı bir radyo programı hazırladıktan sonra 2000 yılı başlarında Takvim gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.
2002-2004 yılları arasında 3 yıl boyunca TRT-FM radyosuna 157 bölüm süren mizahi bir radyo programı hazırlayıp sundu. Miço ve Mobidik adlı çocuk dergilerine, Radikal-İki, Birgün-Pazar eklerine, Cumhuriyet-Kültür sayfasına, Kum, İmge-Öyküler, Bizden Haberler, Forum-Edebiyat gibi dergilere yazdı. Müjdat Gezen Sanat Merkezinde (MSM) öğretmenlik yaptı. 11 kez kişisel karikatür sergisi açtı. Bakırköy Belediyesi-Basad ve Mizah Üretenler Derneği tarafından 2005 yılında “Yılın Mizah Yazarı” seçildi. Yarattığı kendine özgü mizah tarzıyla dilimize ve argomuza başta “Geyik Muhabbeti” olmak üzere pek çok deyim, terim ve kelime kazandırmış olan Cihan Demirci’nin ilki 1985’te olmak üzere 2008 yılı sonuna dek yayınlanmış 37 kitabı 300 bini aşan bir satışa ulaşmıştır.

(Kaynak:
http://cihan-demirci.blogspot.com)

"BİR MİZAHSEVERİN NOT DEFTERİ"
ADLI BLOGUMA HOŞ GELDİNİZ...
Bu blog, karikatürü ve mizahı çok seven, bu anlamda iyi bir okur ve izleyici olduğunu zanneden, yani zannımca durum bu, bendeniz Cenk'e aittir. Burada karikatür ve mizah adına, hoşuma giden şeyleri sizlerle paylaşacağım. Zaman zaman internet üzerinden röportajlar da yapacağım. Karikatür ve mizah sizleri çok seviyorum çoook.:)
CENK YAYLA